Jameelah’nın odası bir zamanlar morgdu, Faldilah’nınki banyo, Bevil’inki ise diyabet ilaçlarını almaya geldiği doktorun muayenehanesiydi.
Üçü de Güney Afrika’nın Cape Town kentinde metruk bir hastaneyi işgal edenler arasında. Üçü de hükümetin uygun fiyatlı konut sağlamamasını protesto ediyor.
Güney Afrika’da apartheid rejiminin sona ermesi herkes için siyasi hakları ve özgürlükleri beraberinde getirdi.
Ancak ülkede yedinci demokratik seçim yapılırken, eşitsizlik hala bölücü bir sorun olmaya devam ediyor.
İktidardaki Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) konut politikalarının, apartheid ortamını tersine çevirmek yerine istemeden de olsa pekiştirdiği belirtiliyor.
Peki ülkedeki konut krizi ve sosyal eşitsizlikler bugün yapılacak genel seçimi nasıl etkileyebilir? Güney Afrika neden 30 yıl sonra hala “ekonomik apartheid” ile mücadele ediyor?
Şehri Geri Al hareketi
Bundan yedi yıl önce Reclaim the City (Şehri Geri Al) adlı bir hareketin üyeleri Woodstock Hastanesi’ni gece yarısı işgal etti.
Hareketin liderlerinden Bevil Lucas’a göre aktivistler şehir merkezine yakın konutları ele geçirmeyi hedefliyordu. Lucas bunun iş ve hizmetlere erişim açısından önemli, ayrımcılığın yanlışlarını düzeltmek için kritik olduğunu düşünüyor.
BBC’ye konuşan Lucas, siyah insanları Cape Town’ın kenar mahallelerinde yoksulluğa mahkum eden ırkçı yasaların yerini “yeni bir ekonomik apartheid” aldığını söylüyor.
“Yoksul ve savunmasız insanlar genellikle şehrin çeperlerine itiliyor.”
Bu kişiler artık taşınma hakkına sahipler ancak şehir merkezindeki yüksek kiraları karşılayamıyorlar.
Jameelah Davids için yaşadığı yerin merkezi olması her şeyden önemliydi.
“Buraya taşınmamın nedeni otizmli oğlumdu” diyen Davids, “Köşedeki okula gidiyor. Onun için çok yakındı. Her şey orada. Burada çok gelişti” diye devam ediyor.
Davids, ailesiyle birlikte hastane morgunun eski ofisine yerleştiğini anlatıyor.
Faldilah Petersen adlı bir diğer kiracı, eski hastane banyosunu dönüştürüp orada yaşamaya başladığını paylaşıyor. Tuvalet kabinini mutfağa, lavabonun olduğu alanı ise yatak odasına çevirmiş.
“Bir yıl içinde yaklaşık 10 kez tahliye edildim” diyen Petersen, “Ama burada yaşamak bana hayatımı iyileştirme fırsatı verdi. İhtiyacım olanı yapmak için daha özgürüm ve şehre de çok daha yakınım. Eve dönüş gibi bir şey” diye devam ediyor.
Belediye yetkilileri eski hastanenin konut olacak şekilde geliştirilebileceğini söylese de mevcut kiracıları yasa dışı işgalciler olarak nitelendiriyor ve dönüşüm başlamadan önce oradan ayrılmaları gerektiğini söylüyor.
ANC’nin konut politikaları
ANC, 30 yıl önce iktidara geldiğinde apartheid nedeniyle güvenli ve konforlu evlerden mahrum bırakılan nüfusa konut vaadinde bulunmuştu.
Hükümet o zamandan bu yana üç milyondan fazla konut inşa etti ve bunları ücretsiz ya da piyasa fiyatlarının altında kiraya verdi.
Ancak uygun fiyatlı bu evler için hala uzun bekleme listeleri var.
Davids yaklaşık 30 yıldır, Petersen ise daha uzun süredir bekliyor.
Bu evlerin büyük kısmı aynı zamanda şehir merkezinden uzakta, arazi fiyatlarının daha ucuz olduğu yerlerde inşa ediliyor. Bu yüzden hükümetin konut politikalarının, apartheid rejiminin yarattığı eşitsizlikleri pekiştiren mekansal planlamayı tersine çevirmekte başarısız olduğuna inanılıyor.
Kentsel politikalar konusunda araştırmacı olan Nick Budlender, bu durumun Cape Town’da çok bariz olduğunu söylüyor ve şehri “muhtemelen dünyada ayrımcılığın en yoğun olduğu kentsel alan” diye nitelendiriyor.
Geçmişte sömürgeci yerleşimciler için giriş noktası olan Cape Town’un bu şekilde tasarlandığını, bunu tersine çevirmek için devletin müdahalesi gerektiğini belirten Budlender, “apartheidın sona ermesinden bu yana Cape Town’ın iç kesimlerinde uygun fiyatlı tek bir konut inşa edilmedi” diyor.
Şehirde örneğin düşük gelirli konutlara dönüştürülebilecek, ancak hükümet araçları için otopark olarak kullanılan araziler olduğunu söyleyen Budlender, “Merkezde böylesine ciddi bir ayrımcılık yaşanırken bir araziyi ev yapmak yerine araç depolamak için kullanmak… hiç kimse açısından mantıklı değil” diyor.
‘Daha iyi yaşam’ modeli
Öte yandan siyasi yelpazenin farklı bölümlerinde yeni bir yaklaşımın benimsendiğinin işaretleri de var.
Demokratik İttifak (DA) tarafından yönetilen eyalet hükümeti, kentin iş ve hizmet alanlarına yakın devlet arazisi üzerinde “daha iyi yaşam” modeli inşa ediyor.
Güney Afrika’nın 9 eyaleti, ulusal hükümet ile belediyeler arasındaki ikinci yönetim katmanını oluşturan eyalet hükümetleri tarafından yönetiliyor.
Conradie Park adlı proje aynı zamanda eski bir hastanenin bulunduğu bir alanda yer alıyor.
Projenin ilk aşamasında kirası devlet tarafından sübvanse edilen konutlar ile piyasa değerindeki konutlar bir arada sunulacak. İkinci aşamada sunulacak konutlar ise henüz inşa ediliyor.
Eyalet Altyapı Bakanı Tertuis Simmers, konut yardımı bekleyen 600 bin kişi olduğunu söylüyor.
Simmers, Conradie Park’a benzer 29 sosyal konut projesi daha sunmak için “iddialı” planlar olduğunu belirtiyor.
Ancak bu tür projelere ayrılan bütçeler oldukça sınırlı. Simmers, özel sektörden ortaklar arıyor.
Konut krizi genel seçimleri nasıl etkileyebilir?
Güney Afrika bugün sandık başında, ancak konuta erişim siyasi öncelikler listesinin alt sıralarına düşmüş durumda.
Ülkenin pek çok bölgesinde halk, yönetimde herhangi bir değişim göremediği için oy vermeyeceğini söylüyor.
İktidardaki ANC’ye yönelik hayal kırıklığı, partinin 1994’ten bu yana sahip olduğu mutlak çoğunluğu ilk kez kaybedebileceğini gösteriyor.
Üçüncü büyük parti olan Ekonomik Özgürlük Savaşçıları (EFF), bu seçimde halen küçük bir azınlığın elinde bulunan servetin büyük kısmını yeniden dağıtmak için radikal bir “kurtarma planı” sunarak ANC’nin onlarca yıllık başarısızlığına meydan okumayı hedefliyor.
Yeni bir parti olan Rise Mzansi ise Cape Town’daki konut krizinden yararlanıyor.
Ülkede sosyal adaletin sağlanması için kampanya yürütmeyi hiç bırakmamış eski bir apartheid karşıtı olan Bevil Lucas, mücadelenin sonucundan hayal kırıklığına uğradığını, ancak gelecek için hâlâ umutlu olduğunu söylüyor.
Konut eşitsizliğine ilişkin Lucas, “Eğer bu konu yeterince ele alınmazsa ciddi toplumsal huzursuzluğa yol açabilir. Çünkü bir insan zaten evsizken, barınacak bir yere sahip değilken kaybedecek neyi var?” diyor.
Seçimler hakkında bilinmesi gerekenler
Güney Afrika Cumhuriyeti, başkanlık sistemine dayanan parlamenter demokrasiyle yönetiliyor.
Ülkede ilk serbest ve demokratik seçimler 1994 yılında yapıldı.
Beyaz rejime karşı mücadele veren Afrika Ulusal Kongresi (ANC) bu seçimi kazandı.
1999, 2004, 2009 ve 2014 yıllarında düzenlenen seçimlerde de tek başına iktidar oldu.
ANC, Mayıs 2019’da yapılan son seçimde ise oyların yüzde 57,5’ini alarak yeniden iktidar oldu. Parti bu seçimde, Ulusal Meclis’te 230 sandalyeye sahip olmuş ve ilk kez yüzde 60’ın altına düşmüştü.
Ülkenin yedinci genel seçimi olacak bugünkü oylamada yaklaşık 27 milyon kayıtlı seçmen Ulusal Meclis milletvekillerini ve eyalet yasama meclisi üyelerini seçmek için sandık başına gidecek.
400 üyeli parlamento daha sonra cumhurbaşkanını seçecek.
Ülkeye demokrasinin gelişinden bu yana iktidarda olan ANC, ilk kez tek başına iktidara gelememe riskiyle karşı karşıya.
Karşısında ana muhalefet liderliğinde yedi partinin yan yana geldiği bir ittifak var. Bu ittifakta ana muhalefetteki DA ile birlikte IFP, VP, ActionSA, UIM, SNP ve MPC partileri bulunuyor.
Öte yandan yüzde 10’un üzerinde oy alabileceği belirtilen Ulusun Mızrağı (MK) ve Marksist ve Leninist Ekonomik Özgürlük Savaşçıları (EFF) de seçimde başarı elde etmek istiyor.
AFP’ye konuşan Siyasi analist Daniel Silke, “Bu kesinlikle Güney Afrika’nın 1994’ten bu yana en öngörülemez seçimi” dedi.
Yerel düşünce kuruluşu Social Research Foundation tarafından Nisan ayında yapılan bir anket, ANC’nin oy oranını yüzde 37’ye düşebileceğini gösterdi.
Anketler yedili ittifakın oyların yüzde 25 ile yüzde 33’ünü alabileceğini gösteriyor.
Hiçbir parti yüzde 50 oy alamazsa, en çok oyu alan parti bir ya da daha fazla partiyle koalisyon hükümeti kuracak.